Son dönemlerde nereye baksak karşımıza bir anket çıkıyor. Şu partinin oyu bu, diğerinin oy kaybı şu… Her siyasi parti, sanki seçim yarınmış gibi, bir sonraki seçimde nasıl iktidar olacağını ya da oylarını nasıl artıracağını hesaplıyor. Fakat dikkat edin: Hiçbiri çıkıp da “Biz gelirsek her şeyi düzelteceğiz” diyemiyor.
Partiler birbirini eleştiriyor; A Partisi B’yi, B Partisi E’yi yerden yere vuruyor. Herkes başkasında kusur ararken, kimse dönüp kendine bakmıyor. Sanki toplumun sorunları başka bir gezegende yaşanıyormuş gibi…
Halkın içine inmek?
Esnafın derdini dinlemek?
Öğrencinin, emeklinin, çalışanın sıkıntılarını bizzat yaşamak?
Bunlar artık neredeyse kimsenin umurunda değil. Çünkü bizi yönetmeye talip olanların çok büyük bir bölümünün tuzu kuru. Ekonomileri sağlam, hayat standartları yüksek. Dolayısıyla halkın günlük mücadelesini hissedemiyorlar, hissetmek de istemiyorlar.
Peki bu nasıl bir çelişkidir?
Biz oy veriyoruz, seçiyoruz; onlar ise seçildikten sonra bizi unutuyor. Sisteme uymak daha kolaylarına geliyor. Seçim döneminde verilen sözler rüzgâra karışıyor, yalanlar havada uçuşuyor.
Bugün ne yaptığını söylemeyenler, yarın için vaat üstüne vaat sıralıyor.
Halk bugünü kurtarmaya çalışırken, siyasiler “Bir dahaki seçimde aday olabilir miyim?” hesabında. Bu yalnızca vekillerle sınırlı değil; buna STK’lar ve daire amirleri bile aynı düzenin parçası olmuş durumda.
Oysa sorulması gereken çok basit:
Bugün ne yaptınız?
Bugünü yönetemeyen, halkın gerçek sorunlarını çözmeyen yarını nasıl kuracak?
Siyasetçiler günlük yaşamın yükünü sırtlanan halkın yanına inmedikçe, masa başından ülke yönetmeye çalıştıkça, tablo değişmeyecek. Halk geçim derdinde; onlar makam ve koltuk derdinde. İşte aradaki uçurum tam da burada büyüyor. Kalın sağlıcakla…












